"Bir de işte kitap okurken kurşunkalemle kapaklara, kapak içlerine, kenar boşluklara çizimler yapardı. Genellikle gemi, yelkenli, çiçek, el, göz çizimleri, korkunç suratlar...
Resim yapmaya düşkünlüğü İstanbul Tevkifhanesi'nde başlayıp Çankırı Cezaevi'nde tam anlamıyla patlak verdi.
Yağlıboya, guvaş, pastel, karakelem...
Cezaevinin içinden görünümler, mahkûmların, Piraye'nin, kendisinin portreleri..."
(Kitap'tan sf. 16)
"Cezaevlerinde bir yolunu bulup işliklere sokulur, ustalarla dostluk kurar, önce onlara çırak olup işi kavrar, geleneklerini, olanaklarını öğrenir, sonra yenilikler düşünmeye, öneriler getirmeye başlardı.
Oymalarında çeşitli ağaçlar kullanıyor, ama sanırım en çok ceviz ağacını seviyordu.
Bir gün, bakıyordunuz, bir yontucu gibi keskilerle çalışarak bir kutu ya da bir yüzük oymuş."
(Kitap'tan sf. 68)
"Nâzım Hikmet'in şiirleri daha yazılmaktayken, son biçimlerini almadan cezaevi duvarlarından dışarı sızardı. Kendi de gerçi bir iki kişiye gönderirdi - karısı Piraye'ye, çok güvendiği bir avukat arkadaşına - ama şiirler son biçimini alınca... Oysa dostları, meraklılar, şiire düşkün cezaevi görevlileri bitmiş bitmemiş, ellerine ne geçse kopya ederlerdi. Sonra da o şiirler kopya ederlerdi. Sonra da oe şiirler kopya edile edile elden ele dolaşır, bu arada da, tabii, değiştikçe değişirdi."
(Kitap'tan sf. 104)